Türkiye, edebiyatta"toplumcu gerçekçilik" akımının cansiparane ve çok güçlü yazarlarının bulunduğu bir huzursuz ülke, tarih boyu. Sabahattin Ali ise, bu huzursuzluğun, karmaşanın içinde kalan insanı en güzel anlatanlardan.
Edebiyatın ve okumanın insana öğrettiği en önemli şey, tarih boyu insanın, insanların, toplumun, duyguların... çok da değişmemiş olduğunu fark ettirmesi. İçimizdeki Şeytan'ı bugün, bu ortamda okumak demek, tanıdık gelen pek çok karakteri, durumu, hissi aynı tatla almak demek. Büyük yazarlar da işte bu yüzden büyük. Kitapta entelektüeller, zayıflıklar, zaaflar, hassasiyetler, gurur, parasızlık, aşk ve ülkenin insanları yani ülkenin kendisi var. Tüm hislerimizi, aşklarımızı, hayatlarımızı şekillendiren ülkeden ve onun insanından ayırmamız mümkün mü? Bugün ne isek, birey olarak kim isek, etrafımızla birlikte oyuz ama neticede insanız, biricik ve tekiz(!). İçimizdeki şeytanlar ise yüzyıllardır aynılar ve Sabahattin Ali yüz yıl öncesinden bunu bize anlatıyor.
"isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiilerin daimi bir mesulünü bulmuştum: buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizdeki şeytan yok... içimizdeki aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
Özetle; Sabahattin Ali, bize okumamız için bir insan senfonisi, bir ayışığı sonatı bırakmış.